Dahi Diktatör Hakkında
- "Atatürk'ü tarihteki ekseri diğer diktatörlerden ayıran önemli bir özelliği vardı: Tüm düşüncelerini milletini temsil eden meclise öyle veya böyle kabul ettirdikten sonra uygulaması." (sf. 7)
- "Atatürk’ün meclisi sadece iki defa tehdit ettiği söylenir: Birincisi, Büyük Taarruz’dan evvel başkumandanlık görüşmeleri sürerken. Bu tehdidi de şu sözlerden ibarettir: “Orduyu başsız bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım.” O zaman ülkenin içinde bulunduğu nazik durum ve meclisin takındığı tutum düşünülürse bu ifadeyi mazur görmek kolaydır. Diğeri de hilâfetin saltanattan ayrılması tartışmaları sürerken söylediği: “Bu iş olacaktır. Ama bu arada bazı kafalar da kopabilir” sözleridir. Bu, aslında dinsel anlamda dogmatik (yani dinin kuralları gereği) ve tarihsel kökleri olmayan bir birliktelik hakkında ülkenin kritik günlerinde yapılan sonu gelmeyen bilgisiz ve akılsız tartışmalar karşısındaki isyanını dile getirir." (sf. 7)
- "Atatürk’ün yaptıkları tarih mahkemesi önünde yargılanmış ve kendisi tüm uygar insanlığın alkışlarını almıştır." (sf. 9)
- "Bugün hür ve refah bir ülkede yaşıyorsak bu onun eseridir. Atatürk, özgürlüğü öğretebilmek, topluma yayabilmek için bir süre diktatörlük yapmıştır." (sf. 9)
- "her toplumun kendi içinden yargılanması gerektiğini iddia ederek, dış kıstaslarla toplumların konumlarını belirlemenin yanlış olacağını öne sürmüştür. Modern bilimsel dilde buna rölativizm, yani bağılcılık denmektedir." (sf. 10)
- "Bazı toplumlar gelişme basamaklarında geridir; bazıları ise ileri. “Bunu kabul etmemek, geri toplumları geride kalmaya mahkûm etmek demektir,” diyor Edgerton. Atatürk de kendi toplumunun geri, hatta hasta olduğu kanaatindeydi." (sf. 11)
- "Ankara’da Almanya İmparatoru’nun Anadolu hastalıklarını incelemek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli üyeleriyle görüştüm ... Anlamışlar ki, Anadolu Türkleri’nin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi nedir bilir misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı! ... İstisnasız nakil vasıtaları olan kağnı hiç şüphe yok ki taş devri keşiflerinden ve âletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat hayvana yapışıp ... onun kanını ve canını emen bir canavardır! ... Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelade taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Anadolu külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celal’in dediği gibi, en nefis icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. ...Anadolu hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, topluca o kadar topal ve topalların o kadar muhtelif çeşidi görülür ki insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum sanır." (sf. 11-12)
- "Bugün Atatürk’ün yaptıklarından ziyade yöntemlerine tevcih edilen eleştirilerin büyük çoğunluğu, Atatürk’ün içinde faaliyet gösterdiği zamanın şartları dikkate alınmadan yapılmış boş eleştirilerdir; çoğu, Uğur Mumcu merhumun ifadesiyle, bilgisi olmadan fikir üretmeye kalkanların söyledikleridir." (sf. 12)
- "Armstrong’un kitabında yaptığı önemli vurgulardan biri, Atatürk’ün başarılarının çevresindekiler sayesinde olmaktan çok, onlara rağmen meydana geldiğidir." (sf. 13)
- "Atatürk, dehasını belli bir yöntem izleyerek kullanmış ve başarıya ulaşmış, üstün yetenekli bir insandır. Ulaştığı başarı o denli büyük ve o denli çarpıcıdır ki, bu başarının nedenleri felsefi, psikolojik ve sosyolojik açılardan çok cazip inceleme konuları oluşturmaktadırlar. Atatürk’ün başarısının kendisiyle ilgili iki temel bileşeni vardır: Dehası ve o dehayı verimli kullanmasına izin veren yöntemi." (sf. 17)
- "Yani ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar çok gözlemi içerirse içersin, her kuramsal genel varsayım her zaman yeni gelişmelere açık olmak zorundadır." (sf. 26)
- "Kendi kendini rezilane bir şekilde esarete veren bir ulusun kahramanca savaştıktan sonra esir düşen bir ulus kadar saygı görmeyeceği kanaatine sahipti." (sf. 31)
- "Hasta toplumlar kendi bireylerine o kadar çok acı verirler ki, birey o toplumdan kaçmak ister. Fırsatını bulduğunda da kaçar." (sf. 47)
- "Evet, Atatürk bir diktatördü diyoruz. Niçin bir diktatördü? Bu, ilaç almayı reddeden hastaya, tedaviyi reddettiği için ilacı zorla vermek gibidir. Hatta bir adamı intihar ederken engel olabilecekken seyretmeyi tercih etmiş biri görülürse dolaylı olarak bir ölüme sebep olmaktan cezalandırılır." (sf. 54)
- "Atatürk toplumu pek çok şartlanmadan vazgeçirerek birlikte yaşayabilen bir topluluk haline getirmek istedi." (sf. 55)
- "Ama Atatürk’ün diktatörlüğü, dehanın diktatörlüğüdür. “Ben böyle istiyorum,” demek yerine “Efendiler şöyle bir teklif var,” dedi, efendiler de kabul etti." (sf. 61)
- "Atatürk’ün Dil Devrimi’nin en önemli maksatlarından biri, az önce dediğim gibi, herkesin birbirini anlayabileceği bir dilimizin olmasıydı. Çünkü Atatürk şunu biliyor, milletin temelinde dil vardır. Bir milleti millet yapabilmek için ülkü birliği lazımdır, o ülkü birliği de dil olmadan temin edilemez." (sf. 82)
- "Kemalizm; tenkittir, doğruyu aramaktır, bilimsel düşüncedir." (sf. 94)
- "Atatürk’ün Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na söylediği meşhur bir söz vardır. “Bizim partinin doktrini yoktur” der. “Çünkü doktrin bir hareketi dondurur.”" (sf. 110)
- "Atatürk bütün bu kurtuluşa, kuruluşa, devrimlere, her şeye bir savaş gözüyle bakıyor. Ekonomiye de savaş olarak bakıyor, eğitime de savaş olarak bakıyor, kültür devrimine de savaş olarak bakıyor, bu savaşları kazanacağız diyor. Kendisi de başkomutan." (sf. 113)
- "Selim, kendisini İslam’ın başı, lideri ilan ediyor. İslam’ın başıyım derken de Türkiye’ye ilk defa Ortodoks İslam’ı sokuyor. O zamana kadar Osmanlı’da bu tür bir İslam geleneği yok. Osmanlı’da o döneme kadar Ahmet Yesevi’den bu yana sürdürülen daha liberal, dervişlerin yönettiği bir İslam geleneği var. Yavuz ilk defa Arap tarzı İslam’ı içimize sokuyor ve o dönemden itibaren Türkiye’nin çöküşü başlıyor." (sf. 122)
- "bir millet oluşturmak. Milleti bir arada tutmak, milletin bireylerinin birbirleriyle ilişkilerini sağlamak. Milletin yurtdışıyla ilişkilerini aklı başında bir yere oturtmak. Milletin üretim gücünü arttırmak, olmayanı yaratmak. Bütün bunları yapıyor, bunları yaparken de mümkün olduğu kadar sosyal yapıyı sarsmadan yapmaya çalışıyor. Çünkü büyük bir devrimci olmasına karşın zannedilenin aksine ihtilal sevmeyen bir insan Atatürk." (sf. 125)
Yorumlar
Yorum Gönder