Acımak Hakkında
Acımak, Reşat Nuri Güntekin'in 1928 yılında basılan kısa soluklu romanı. Eser küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeninin babasının vefatından sonra onun günlüğü okuyarak babası ve hayatı hakkındaki gerçekleri öğrenmesini konu alır.
Zehra mektebin başmuallimidir. Yeni eğitim öğretimin bütün gereklerini yerine getirir, öğrencilerle bire bir ilgilenir fakat öğrencilerin yaptıkları yanlışları asla affetmez. İçinde hiç acıma duygusu hissetmez. Maarif Müdürü de Zehra'nın bu özelliğinden çok muzdariptir. Çeşitli zamanlarda uyarmış olmasına rağmen hiçbir değişiklik görmemiştir. Maarif Müdürü Tevfik Hayri ile Vekil Şerif Hayri Bey Zehra'nın okulunu ziyarete giderler. Şerif Hayri Bey Zehra'ya babasının hasta olduğunu, bu nedenle İstanbul'a gidip babasını görmesini ister fakat Zehra babasının olmadığını,o kişinin başka birisi olabileceğini söyler. İki gün sonra Maarif Müdürü'ne bir telgraf gelir. Zehra'nın babası Mürşit Efendi'nin ölmek üzere olduğunu, muallimin hemen yola çıkmasını bildirir. Müdür Zehra'yı çağırtarak hemen gitmesini ister. Fakat Zehra yine karşı gelir. Müdür fazla üstelemez. Biraz sonra hazırlanmış, elinde çantasıyla Zehra gelir ve gitmeye karar verdiğini söyler.
Zehra İstanbul yolunda babasının ailesine yaptıklarını; annesini, ablasını ve anneannesini nasıl öldürdüğünü ve en sonunda da kendisini bir yatılı okula verip hiç arayıp sormamasını düşünür. İstanbul'a varır. Eski komşuları Vehbi Bey kendisini karşılar. Niçin daha önce gelmediğini sorup babasının Zehra, Zehra diye öldüğünü söyler. Eve vardıklarında babasının başında birkaç kadın vardır. Babasını görmek istemez. Kendisine babasının eşyalarının bulunduğu sandığın anahtarı verilir. Aslında bunu hiç istemez fakat sandığı açar, içinde bir günlük vardır. Günlüğü okumaya başlar. Babasının ilk memuriyet yıllarını, annesiyle evlenmesini, anneannesinin davranışlarını okur. Zehra asıl gerçeklerin, daha önce bildiği şeylerin tam tersi olduğunu öğrenir. Aslında bu olaylarda bütün suçlunun annesi ve anneannesi olduğunu anlar. Bundan sonra içinde bir acıma duygusu oluşur. Ama iş işten geçmiştir. Babasının yanına gidip onun yanında olmak istemesine rağmen tek yapabildiği dua etmektir.
- "En kötü insanlarda bile basit bir adalet mefhumu var." (sf. 6)
- "Evet, dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle onların derinliğini gösterirse başkalarının elemi de bizim yüreklerimize düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi, insanlığımızın derecesini öğretir..." (sf. 8)
- "Çocukluğunun ilk seneleri, oldukça hoş geçmişti. Ondan sonra acılar, ümitsizlikler, isyanlarla dolu bir işkence devresi başlıyordu." (sf. 23)
- "Nihayet bir manevi felce uğramış gibi bu acılar duruyor, benliği ortadan kayboluyor, artık sırf başkaları için düşünmeye ve yaşamaya başlıyordu." (sf. 23)
- "Evet, dünyada tam saadet olmuyor." (sf. 38)
- "Bu sandalyeye filânın lûtfu, falanın yardım ve tavsiyesiyle oturmadım." (sf. 39)
- "Şimdi, önümdeki bu küçük memuriyet masası beni aynı vecit ve huşu ile sarsıyor, gözlerimi yaşla dolduruyor. Camide kendimi Allah'ın muhteşem gözü karşısında hissederdim. Burada büyük millet asîl ve mağdur çehresiyle bakıyor, ıslak gözleriyle yardım istiyor zannediyorum ve bu beni evvelkinden daha derin ürpermelerle sarsıyor, sarsıyor." (sf. 39)
- "Diploma aldığımız gün bize devlet ve millete sadakatle hizmet edeceğime yemin ettirmişlerdi. Bu yemini bu küçük masaya bakan ıslak göz karşısında bir kere daha tekrar ettim. Ölünceye kadar ona kul, köle olacağım hiçbir kuvvet beni yolumdan döndürmeyecek." (sf. 40)
- "Şu beğenmediğimiz, akılsızlığa misal olarak zikrettiğimiz eşeklerin içinde ne filozof kafalılar vardır bilir misin evlât?... Yedikleri sopanın sayısı ne olursa olsun yürüyüşlerini değiştirmezler. Hızlı gitmenin sopadan kurtulmak için çare olmadığını, çünkü sahiplerinin büsbütün hırslarını artırarak kendilerini atlarla yarıştırmaya sevk edeceğini biliyorlar..." (sf. 46)
- "Ben zannediyordum ki, ömürlerimizin teknesini istediğimiz sahile çekmek için yalnız onun dümenini ele almak kâfidir... Anlıyorum ki, değilmiş... yollar görünmez kayalarla doluymuş... Onlara çarpmamak lâzımmış... Daha fenası gizli akıntılar varmış ki, insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını fark edemezmiş... Ta kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar..." (sf. 48)
- "Etrafımdakiler ne tıynette insanlar olurlarsa olsunlar ben, umdelerime sadık kalacağım. Bazı zayıf iradeli ve uşak ruhlu kimseler gibi şahıslardan gelen fenalığı memlekete atfederek ona küsmeyeceğim. Bilâkis, göreceğim zulüm ve gadrin benimle beraber o büyük mağdur anayı da vurduğunu, yaralarına bir fazla yara ilâve ettiğini düşüneceğim ve daha kuvvetle, daha şevkle çalışacağım." (sf. 49)
- "Benim için sevmek bir başka insanın vücudundan, ruhundan bir parça hükmüne girmek, onunla beraber gülüp ağlamak, ıstıraplarını paylaşmak demekti." (sf. 65)
- "kendini bir türlü ölüme razı edemeyerek dakikalarca kararsızlıktan mahvolmak lâzım gelecek..." (sf. 84)
- "Acımayı öğrenmişti." (sf. 104)

Yorumlar
Yorum Gönder