Ana içeriğe atla

Musul Sorunu

MUSUL SORUNU





1. Dünya Savaşı Öncesi Musul Sorunu

Musul sorunu olarak tarih kaynaklarında okuduğumuz, bildiğimiz mesele tam olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış bir durum değildir. 1890 yılında 2. Abdülhamit Ermeni asıllı bir tüccarın oğlu olan Kalus Serkis Gülbankyan'a Osmanlı topraklarında petrol rezervleri ile ilgili araştırma yapması için emir verir. Madenler Bakanlığına, Musul ve Bağdat çevresinde geniş petrol yatakları olduğuyla ilgili bir sonuç gönderilir. Bunun neticesinde Sultan, o toprakları - Memalik-i Şahane - Sultanın şahsi arazisi ilan ederek yabancı güçlerin eline geçmesini engellemek ister. Böylelikle Musul sorunu,  enerji sektörünün petrole olan açlığı ve Musul'da bulunan geniş petrol yatakları sebebiyle baş göstermiş oluyor.

Osmanlı Devleti'nin dış politikası gereği Alman petrol şirketleriyle bazı antlaşmalar imzalanıyor ve petrol arama çalışmaları yürütülüyor. Bir Alman şirketi olan Anadolu Demiryolları şirketi bu aramaları Deutsche Bank'a aktardı. Olumlu raporlara rağmen petrol çıkarmayla alakalı bir girişim olmadı.

Bazı İngiliz şirketleri de Jön Türklerin yönetimi ele geçirmesi neticesinde, yeni hükümete karşı sevimli gözükmek ve petrol sahalarıyla ilgili imtiyaz koparabilmek için Türk Petrol Şirketi adı altında bir petrol şirketi kurdular. 1914 yılında yayımlanan bir kararnamede Bağdat ve Musul'da bulunacak petrolün çıkarılması ve işletilmesi haklarının Türk Petrol Şirketi'ne verileceği fakat imtiyazların ne şekilde olacağı daha sonra belirlenecek deniyordu. Bu şirketin hisseleri şu şekildeydi: %75 İngiliz şirketleri (D'arcy Group ve Anglo-Saxon Company) %25 Alman şirketi (Deutsche Bank). Ara buluculuk yapan Gulbankyan da İngiliz şirketlerinden toplamda %5 hisse alacaktı.

1. Dünya Savaşı'nda Musul Sorunu


Birinci Dünya Savaşı nedeniyle bu süreçte petrol aramaları gerçekleştirilemedi. Bunun yanı sıra batılı devletler kendi aralarında gerek petrol gerek Osmanlı'nın diğer değerli varlık ve topraklarını kendi aralarında gizli antlaşmalarla paylaştı. Nisan 1915'te Ruslara Türk boğazlarının hakimiyeti sözü verildi, Londra Antlaşması'yla İtalyanlara Anadolu'dan toprak vaat edildi. Sykes - Picot Antlaşması ile tam olarak hangi devletin Osmanlı'nın hangi parçasını hangi kaynaklarını sömüreceği büyük devletler arasında kararlaştırıldı.  İşte bu süreçte İngilizler Musul ilinin mutlaka İngiliz nüfuz bölgesinde bulunması gerektiğini düşünüyor ve siyasetlerini buna göre belirliyordu.

Bir an önce savaşı bitirmek ve petrol arayışlarına başlamak isteyen İngilizler Türklere ateşkes teklifinde bulunuyorlardı. Buna karşılık Türklerin öne sürdüğü şartlar şunlardı:

1. Türkler bağımsız bir devlete sahip olacak.
2. İstanbul Türklere bırakılacak.
3. Türk devletine mali yardım yapılacak.
4. Kapitülasyonlar kaldırılacak.

Bu şartlara karşılık olarak İngilizlerin öne sürdüğü şartlar da şöyleydi:

1. Bağdat, Basra, Arabistan ve Ermenilere bağımsızlık verilecek.
2. Filistin ve Suriye bağımsız bir devlet olacak.

Musul ve civarının değerini bilen Türkler ne pahasına olursa olsun buralardan vazgeçmeyi reddetmiş ve bu şartları kabul etmemiştir.



Mondros Mütarekesi'nde Musul Sorunu

Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesine göre İngilizler kendileri için tehlike arz edeceğine hüküm verdiği illeri işgal edebileceklerdi. Bir diğer önemli madde olan 24. maddeye göre de Doğu Anadolu'daki 6 Ermeni ilinde bir kargaşa çıkarsa bu illeri de işgal edebileceklerdi. Bu maddelere dayanarak İngilizler rahatlıkla istedikleri bölgeleri (petrol sahalarını) İngiliz nüfuz bölgesi haline getirebilecekti.

Mütareke imzalandığında İngiliz birlikleri Musul'un 30 km güneyinde bulunuyordu. Bir an önce Musul'u ele geçirmek, Orta Doğu'da hakim güç haline gelmek adına ileri harekete başladılar. Barış konferansı yapılırken ellerinde güçlü bir koz bulunmasını istiyorlardı. Ali İhsan Paşa'nın taktik hatasından dolayı bu harekat sırasında Musul savunulacak durumda değildi. Diplomasi trafiği sonucunda Türk birlikleri Nusaybin'e çekildi ve İngilizler kurşun dahi sıkmadan Musul'a girdiler.

Musul'u işgal etme gerekçesi olarak gösterilen 16. maddeye göre Türk garnizonlarının en yakın müttefik komutanlığına teslim edilmesi gerektiği ileri sürülüyordu. Bu maddeye göre Hicaz, Asır, Yemen, Suriye ve Mezopotamya'daki garnizonlar ibaresi kullanılıyordu. Musul bu garnizonlara dahil olmadığı halde işgal gerçekleşmişti. Oysa bu maddeye göre dahi Musul'un işgal edilmemesi gerekiyordu.

Musul'u işgal eden İngilizler şimdi artık Irak savunma sınırlarını mutlak suretle Musul petrollerinin kuzeyinden geçirmek için elinden geleni yapacaktı. Musul için üzülen Irak Türklerinin yanı sıra Arapların kurmuş olduğu "Genç Arap Komitesi" de Türk taraftarı olduğunu ilan ediyor ve bu duruma üzüntüsünü açıkça belirtiyordu.

Paris Barış Görüşmeleri'nde Musul Sorunu

İngiltere başbakanı Lloyd George, Sykes-Picot Antlaşması'ndan memnun değildi. Bir hata ile Musul'u Fransız nüfuz bölgesinde bırakmışlardı. 
Fransızlar Suriye ve Kilikya'yayı Fransız nüfuz bölgesine almak, Musul petrollerinden pay almak karşılığında İngilizlere Musul ve Filistin ile ilgili taleplerine olumlu cevap vereceğini bildirdi. Bu doğrultuda değişikler yapıldı ve Musul İngiliz nüfuz bölgesine alındı. Musul petrolleriyle alakalı Fransız şirketlerinin Amerikan şirketlerine karşı desteklenmesi ve Musul petrollerinin boru hatları ile İskenderun'a aktarılması konusunda anlaşmaya varıldı.

Yeni bir petrol antlaşması neticesinde Musul petrollerinin %70'i İngilizlere, %20'si Fransızlara ve %10 hissesi de yerel hükümete bırakılacaktı. Ayrıca Musul petrolü boru hattı ile Akdeniz'e ulaştırılacaktı.
Daha sonra San Remo Antlaşması sırasında Fransızlar %50 hisse talebinde bulundular. İngilizler buna karşılık bir muhtıra hazırladı ve Fransız hissesini %25 olarak belirledi. Ayrıca şirkette de %25 hisse sahibi olmasına karar verdi. Şirketin yönetimi ise tamamen İngilizlere ait olacaktı. Böylece %25 Alman hisseleri Fransızlara geçmiş oldu ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde planlanan İngilizlerin bölgedeki petrollerin kontrolü sağlanmış oldu.

Misakı Milli ve Sevr Antlaşması

Fransız ve İngilizler Musul üzerinde anlaştığı sırada Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkmış ve milli mücadeleyi başlatmış bulunuyordu.
Erzurum ve Sivas'ta oluşturulan Misakı Milli kararları 28 Ocak 1920 tarihinde son Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edildi ve bunun üzerine İstanbul resmen işgal edildi. Misakı Milli sınırları içinde Musul da vardı.

Milli hareketin dış politikada üç önemli amacı vardı:

1. Misakı Milli'nin uygulanması.
2. Anadolu dışında milli hareketin tanıtılması.
3. Ahlaki ve maddi destek temin etmek.

Milli mücadele hareketi başladığı zamanlarda batılı güçler önce bu hareketi ciddiye almadılar. Zaman içinde milli kuvvetler Yunanları yendikçe özellikle İngilizler olayın ciddiyetini kavradılar. Lord Curzon bir muhtırasında: "Donanmamızı İstanbul'da bulundurarak Türklere istediğimiz barış şartlarını dikta edeceğimizi sandık." diyordu. Osmanlı hükümeti tarafından imzalanan Sevr Antlaşması kesin bir dille Mustafa Kemal ve milli hükümet tarafından reddedildi. 

Sevr Antlaşması Türkler için bit ölüm fermanı idi. Anadolu'nun dört yanı işgal kuvvetlerine bırakılıyor, Boğazlar uluslararası bir komisyona bırakılıyor, Doğu Anadolu'da bir Ermeni ve Kürt devleti kuruluyor ve Musul bu yeni kurulacak olan bağımsız Kürt devletine bırakılıyordu.

Sevr Antlaşması hiçbir zaman kabul edilmemiş ve hayata geçirilememiştir.

Doğu cephesinde Ermenileri, güney cephesinde Fransızları, batı cephesinde Yunanları yenerek küllerinden doğan Türk milleti barış görüşmeleri taleplerine olumlu cevap verdi. Bu çerçevede önce Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı ve Doğu Trakya kurşun dahi atmadan Yunanlardan arındırıldı.

Lozan Konferansı'nda Musul Sorunu

Türkler Lozan'a gittiğinde doğuda Ermenileri ve Rusları yenmiş ve dostluk antlaşması imzalamış, güneyde Fransızları yenmiş ve antlaşma imzalamış, batıda Yunanları yenmiş ve ateşkes antlaşması imzalamıştı. Türk orduları Boğazlara ve Musul'a yürümek için, Misakı Milliyi gerçekleştirmek için hazır bekliyorlardı. Lozan'daki tartışmalar alevlendikçe orduda ileri hareket oluyordu ve artık Türk ordusu ve İngiliz kuvvetleri boğazlar bölgesinde karşı karşıya gelmiş durumdaydı.

Musul sorunu açık toplantılarda görüşülürken, İsmet Paşa daha çok tarihi, etnik, sosyal, dini, ekonomik, siyasal ve askeri ve stratejik sebepleri ileri sürüyordu. Buna karşılık Curzon'un verdiği cevapta etnik tabloyu şöyle iddia ediyordu:

                                 Kürt            Türk             Arap           Gayri müslim

Süleymaniye :     153.000         1.000                -                     1.000

Kerkük:              45.000            35.000            10.000             20.000

Musul:               180.000          15.000             171.000           67.000

Erbil:                 77.000            15.000              5.000              9.000

Toplam:            455.000          66.000              186.000           79.000


Türk tarafının istatistikleri ise şu şekildeydi:


                                 Kürt            Türk             Arap           Gayri müslim

Süleymaniye :     62.000           32.000           7.000                     -

Kerkük:              97.000            79.000            8.000                    -

Musul:               104.000          35.000            28.000          31.000


Toplam:            263.000          146.000              43.000           31.000


İsmet Paşa, İngilizlerin istatistiklerin yanlış olduğunu, bölge nüfusunun çoğunluğunu Türkler ve Kürtlerin oluşturduğunu söylemiştir. 

Musul üzerine devam eden görüşmelerde Lord Curzon'un bir mektubunda şu satırlar dikkat çekmektedir: " ...İsmet Paşa yalnız Musul'u değil, Musul petrollerini de istiyor..." 

Bir başka yazışmada: "Fransızların topukları altında ezileceğimize, Türkleri kabul edemeyecekleri bir antlaşmaya zorlamaktansa, onların kabul edeceği bir antlaşma koşulları hazırlayarak Orta Doğu'daki durumumuzu düzeltebiliriz. Aynı zamanda Hindistan'daki durumumuz da iyileşir." 

Fakat İngilizler geliştirdiği politikalarla Irak devletinin toprağı olan Musul'un kendilerine ait olmadığı için Türklere veremeyeceğini iddia etti. Kral Faysal Irak hükümdarlığına getirilmesi için yapılan referandumda Kerkük, Musul, Süleymaniye ve Erbil ret oyu vermesine rağmen Faysal taç giydi.


Faysal kuvvetlerinin Musul'u işgal etmesini engellemek üzere Diyarbakır'dan bir birlik Musul'a gönderildi. Özdemir Bey bu mücadelede yardım alamadığı için ve İngilizlerin ağır bombardımanı nedeniyle geri çekilmek zorunda kaldı.

İsmet Paşa, etnografik yönden Kürtler ve Türkler Musul vilayetinin çoğunluğunu oluşturuyor demektedir. İkinci olarak da bu vilayetin idaresinin bir azınlık yönetimine bırakılamayacağını söylüyor ve bu amaçla TBMM'ye müracaatta bulunmuştur. 
Diğer yandan Musul 11. yüzyıldan bu yana Türk idaresi altındaydı. Bir diğer konu da Güneydoğu Anadolu'nun savunmasının Musul'dan geçtiği Türk tarafının Musul'da hak iddia etme sebepleriydi.

İngilizler ise petrol konusunu gizleyerek Irak devletinin çıkarları ve etnik yapı konularını öne sürüyordu. Kürt ve Arapların referandum istemediğini söylüyorlardı. Halbuki Faysal için referandum yapılmıştı.

Türk hükümeti Musul konusunda sonuna kadar direnilmesini istiyordu. İsmet Paşa'ya gönderilen talimatta görüşmeler kesilirse İngilizlerin Musul petrolleri yüzünden barış antlaşmasını bozmak üzere olduklarını dünyaya duyurmasını ve Amerikalılardan bu konuda yardım alınmasını söylüyordu.

Lozan'daki görüşmeler gittikçe uzuyor fakat Musul sorunu bir türlü çözülemiyordu. Bu durumun böyle gideceği anlaşılınca İsmet Paşa 1 yıl içinde antlaşma imzalamak üzere Musul meselesini Türk İngiliz ikili ilişkilerinde görüşülmesi teklifini sundu. Lozan Antlaşması'nda belirlenen şartlara göre Musul sorunu 9 ay içinde barışçıl bir çözüme kavuşturulacak, başarısız olunursa konu Milletler Cemiyeti'ne taşınacaktı. Böylelikle Lozan'daki Musul meselesi bu şekilde son buldu.

Lozan Antlaşması Sonrasında Musul Sorunu


19 Mayıs 1924'te başlayan Haliç Konferansı'na Türk hükümeti Fethi Okyar'ı temsilci olarak göndermişti. Türk tarafının talebi Musul, Kerkük, Süleymaniye şehirlerini Türk tarafına bırakan bir sınırda anlaşılmasıydı.

Başlangıçta İngilizlerin sıcak tavırları Türkleri aldatmış ve İngilizlerin uzlaşmacı bir tavırda olacağı kanısında olmaları sağlamıştı. Fakat İngilizlerin, Nasturilerin de yaşadığı Hakkari vilayetinin Irak'a bağlanmasını istemesiyle Türkler yanıldıklarını anlamış oldular. Haziran sonuna doğru yine bir antlaşma olmadan konferans dağıldı. %75 hissesi İngilizlere ait olan Türk Petrol Şirketi'ne İngilizler Musul meselesiyle alakalı görüş belirtmesini istedi. Şirket Musul'un ve Kürt halkının Türklere bırakılmasının İngiliz çıkarlarına aykırı olacağını söyledi.

Böylece İngiltere 6 Ağustos 1924'te Musul meselesini Milletler Cemiyeti'ne taşıdı. Türkler Musul üzerinde hak iddiası meselesi konuşulacak derken İngilizler Musul çoktandır Irak toprağıdır ve bu görüşmeler sınır görüşmeleridir demiştir. Türkler Musul'da ve diğer illerde bir referandum yapılmasını ve halkın nereye bağlanmak istiyorsa oraya bağlanmasının sorunu çözeceğini söylüyor fakat İngilizler bunun bir sınır meselesi olduğunu ve sınır meseleleri tartışılırken referandum yapılamayacağını belirtiyorlardı. Nihayet cemiyet bir komisyon kurulmasını kararlaştırdı. Bu komisyon önce İngilizlerle görüştü ve daha sonra Konya'da Mustafa Kemal Paşa ile görüştüler.

Komisyonun incelemeleri sonrasına alınan kararlar şu şekildeydi:

1. Brüksel Hattı sınır olarak kabul ediliyordu.. ( Türk - İngiliz çatışmasını önlemek için Türklerin çekilmiş olduğu Hakkari hattı)

2. Musul vilayetinin çoğunluğu Kürtlerden oluştuğu için bu bölgenin Irak'a bırakılması ve Türkiye ile ekonomik antlaşma yapılması gerekmektedir. Manda yönetimi 1928'de biteceği için bu süreyi 25 yıl uzatmak ve Kürtlere yönetim serbestliği ve kültürlerini geliştirme hakkı veriliyordu.

3. Bu iki noktaya uyulmadığı takdirde ise Musul vilayetinin Türkiye'ye bırakılması uygun olacağını belirttiler. 

Bu rapor zıtlıklar içindeydi. Bir taraftan Türk hükümeti feragat etmedikçe Musul'un hukuken Türkiye'de kalacağını belirtmekte, diğer taraftan Musul'e 25 yıllık bir manda rejimine bırakmakta, aynı zamanda plebisit yapılmış olsa idi Musul'un Irak'ta kalmak isteyeceğini yazmakta fakat plebisit yapılmasını kabul etmemektedir.


Türk hükümeti siyasal bir sorunun hukuki yollarla çözülemeyeceğini bildirdi. Musul üzerindeki hak iddialarından vazgeçmedi. Bütün bu tartışmalar yaşanırken Türkiye'de Doğu Anadolu Bölgesi'nde İngiliz destekli bir Kürt ayaklanması çıktı. Milletler cemiyetindeki etkin İngiliz nüfuzu ve Türk hükümetinin isyanla uğraşması sebebiyle milletler cemiyetinden Türklerin aleyhine karar çıktı.

Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'nin kararına tepkisi çok sert oldu. Bir devletin kendi toprağı üzerindeki hak iddiası ancak o devlet bundan vazgeçerse kalkmış olur diyerek Musul üzerindeki hak iddialarının devam ettiğini ilan etti.

Türkiye'nin direnmesi uzun sürmedi. Bunda iç ve dış faktörler etkili olmuştu. Türkiye henüz milletler cemiyetine üye değildi. İngilizler ise büyük bir nüfuza sahipti. Kürt ayaklanmasının güçlükle bastırılması, Musul'a gönderilecek kuvvetlerin isyanla uğraşması, Musul sorununun hep Avrupalı Hristiyan devletlerin incelemesi Türkleri yalnızlığa itti. Türkiye'nin tek müslüman devlet olarak Avrupa'da hak aramaya çalışması olayların baştan Türkiye'nin aleyhine gelişmesine sebep oldu.

Halifeliğin kaldırılması ile Kürtler ile Türkler arasındaki bağlar zayıfladı ve Hindistan müslümanlarının desteği de kırıldı. (Milli mücadele ve Lozan görüşmeleri boyunca İngiltere'nin Hindistan yöneticileri Anadolu'daki durumlar nedeniyle Hindistan'da çıkan karışıklıklar konusunda İngiliz hükümetini uyarmakta ve buna göre politika belirlemeleri konusunda onları telkin etmekteydi).

5 Haziran 1926'da imzalanan Ankara Antlaşması neticesinde Türkler toprak talebinden vazgeçmiş %10 Irak petrolünden pay sahibi olmuştu. Yakın zamanda da bu %10'luk hisseyi 500.000 sterling karşılığında satacaktı.

Böylece 1890 yılında başlayan Musul sorunu nihayete ermiş oluyordu.

Bugün Musul, Kerkük ve Türkmeneli diye adlandırdığımız bölgeler ateş hattında ve bölge insanları ölüm kalım mücadelesi veriyorlar. Düzenli ve sistematik bir şekilde Arap baharı hareketiyle müslüman ülkelerinde çıkarılan isyanlar ve hortlatılan terör ile birlikte sınırlar, yöneticiler ve bölgelerde yaşayan halkın etnik yapısı değiştirilmekte. Kuzey Afrika ile başlayan bu ateş çemberi büyüyerek sınırlarımıza, Suriye ve Irak'a kadar gelmiştir. Tarihsel, etnik, kültürel, sosyal bağlarımızın yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti'nin ve yöredeki yaşayan insanların güvenliği bakımından da bu bölgelere karşı özel bir hassasiyetimiz olmalı ve Türk dış politikası buna göre şekillenmelidir.

Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil gibi büyük Türkmen nüfuslarının olduğu yerlerde tarihsel bağlarımızın olduğunu unutmamalı ve oradaki kardeşlerimizin haklarını sonuna kadar savunmalıyız. Unutmayınız, Brüksel hattı biraz daha kuzeyden geçmiş olsaydı bugün Anadolu topraklarında Türk sayılan vatandaşlarımız Suriye ve Irak topraklarında kalarak Türkmen olarak adlandırılacaklardı.

Aynı şekilde 1954 yılında Türkiye'ye katılmak için Halep Kalesi'ne Türk bayrağı diken Halep Türkmenlerini unutmamalı ve varlık mücadelesi verdikleri bu kan gölünde onlara sahip çıkmak zorundayız. Atalarımızdan bize miras kalan bu değerli topraklar üzerinde yaşayan ve Türklüğü o topraklarda yaşatmaya çalışan, Türk oldukları için zulüm gören bu insanlara Türk'ten başka yani bizden başka el uzatacak kimse olmayacaktır. Bu yüzden Musul Kerkük ve Halep gibi ve diğer dünyanın farklı bölgelerindeki Türk ellerindeki Türklere karşı uygulanan baskı ve zulümlere karşı daha duyarlı ve tepki gösterme mekanizması gelişmiş bireyler olmamız gerekmektedir.

Terör örgütleri aracılığıyla yerinden yurdundan edilen insanların yerine kendilerine bağlı unsurları bölgelere yerleştirerek yine petrol davası nedeniyle insanların hayatıyla oynamaya devam ediyorlar. Bu gibi terör örgütlerinin finansörleri hangi millet burada egemen olmuşa bakmıyor. Kendi çıkarları ne derse o doğrultuda hareket ediyor. Yoksa şu millet bağımsız olsun bu millet olmasın gibi bir dava üzerine ne kendi askerini feda eder ne de bu uğurda bir tek kuruşunu harcar. Bu nedenle yöre halkının da dayanışma ve birlik içinde olması bir birliktelik ruhu ile emperyalizmi bu topraklara gömmesi şarttır. Bunun için de duyarlı bir toplum, hareket ve tepki kabiliyeti yüksek bir seçmen kitlesi gerekmektedir. Nasıl ki 60'lı yıllarda Kıbrıs'a asker çıkarma tartışmalarının fitilini ateşleyen yoğun halk eylemleri olmuşsa bugün de Kerkük ve Musul hatta Halep üzerinde hatta Doğu Türkistan üzerinde Türk hükümetinin girişimlerde bulunması için geniş halk eylemleri yapılmalı ve ata yadigarı bu topraklarda yaşayanlar kaderine terk edilmemelidir. Bugün Türkmen yurdu Telafer hala Işid işgali altındadır. Kerkük'teki kürt vali Türkmen haklarını ve itibarını zedeleyici hareketlerde bulunmaktadır. Türkmen varlığını hiçe sayarak bağımsızlık referandumu hazırlığı içinde olan IKBY bulunmaktadır. Bütün bunları takip etmek ve tepkisini ortaya koymak Türk milletinin milli vazifesidir.

Umarım 127 yıllık bu Musul Sorunu'nun kısa özeti bu duyarlılığın neden gerekli olduğunu anlatmaya yetmiştir.


Kaynakça: Dr. Kemal Melek - İngiliz Belgeleriyle Musul Sorunu













Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

At Üstünde Selçuklular

AT ÜSTÜNDE SELÇUKLULAR Türkler Orta Asya'dan Maveraünnehir 'e, oradan yavaş yavaş Horasan, İran ve Suriye'ye akmış, nihayet Anadolu'ya yerleşmiştir. Anadoluyu Türkleştirmiş ve İslamı bu topraklara yaymışlardır. Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamın yayılması 10. - 11. yüzyıla Selçuklular dönemine denk gelir. Öyle ki Anadolu'nun Türk yurdu olduğunu Avrupa ve Bizans'a kabul ettiren Miryakefalon Savaşı nı Selçuklular kazanmıştır. Türk tarihinde çok önemli bir yeri olan, bugün yaşadığımız toprakları ilk kez gelip yurt tutan Selçukluları biraz daha yakından tanıyalım... İslamiyet öncesi Türklerde hemen herkes savaşçı olduğu için ordu kavramı diğer milletlerden farklıydı. Ordu-Millet anlayışı dediğimiz bu sistemi Türkler devam ettirdiler. Zorunlu ve daimi olan bu askerlik anlayışı ordunun manevi gücünü ve tecrübesini diğer devletlere nazaran daha üstün kılıyordu. Ayrıca Göktürkler zamanından beri uygulanan 10'lu sistem ordu düzenini sağlamıştır....

Beyaz "Laleler" Ülkesinde - Türkiye

Grigoriy Petrov'un kayıp eseri olan Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabı tesadüf eseri bulundu. Yayınlanması için büyük uğraş verildi ve 1923 yılında kitap basıldı. Kısa süre içinde bir çok ülkede ilgiyle karşılanan bu kitap Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de dikkatini çekti. Bu kitabı askeri ve normal okulların müfredatına koyulması talimatını verdi. Kitap, Suomi'nin nasıl yükselen bir medeniyet haline geldiğini anlatıyor. Suomi kelimesi  bataklıklar ülkesi manasında kullanılıyor o dönemde. Bugün biz Suomi'yi Finlandiya olarak tanıyoruz. Ulu Önder'in o dönemlerden bu kitabı okul müfredatlarına konulmasını istemesinin bir anlamı vardı elbette. Bu kitap Türkiye'nin yaşadığı ve gelecekte yaşayacağı sorunları bir bir ele alıyor ve çözüm yolları için bizlere ışık tutuyor. Böylelikle ileri görüşlü olan Gazi Paşa biz Türk gençliğine yol gösterecek bir başka rehber daha sunuyor. Bu yazı ile Beyaz Zambaklar Ülkesi'nin bize ne kadar benzediğini anlatmayı...