Ana içeriğe atla

Türkçülüğün Esasları - Ziya Gökalp

 


Türkçülüğün Esasları Hakkında

Türkçülüğün Esasları, Ziya Gökalp'in 1923 yılında yayımladığı, Türkçülüğün tüm fikir ve tekliflerini bir sistem bütünlüğü içinde ortaya koyan, yazarın değişik zamanlarda yazmış olduğu denemelerden derlediği sosyolojik bir kitaptır.

  • "O zaman bu Darülfünün'da Tarih Felsefesi profesörü Ahmet Vefik Paşa'ydı. Ahmet Vefik paşa, Şecere-i Türkiye'yi (Türklerin soy kütüğü) Doğu Türkçe'si'nden İstanbul Türkçesi'ne çevirdi. Bundan başak, Lehçe-i Osmani (Osmanlı lehçesi) Türk lugati hazırlayacak Türkiye'deki/Türkçe'nin genel ve büyük Türkçe'nin bir lehçesi olduğunu ve bundan başka Türk lehçeleri bulunduğunu aralarında da karşılaştıralar yaparak meydana koydu. Ahmet Vefik Paşa'nın bu bilimsel Türkçülükten başka, bir de sanat Türkçülüğü vardı. Evinin bütün fertlerinin mobilyaları, kendisinin ve ailesi fertlerinin elbiseleri genellikle Türk ürünüydü. Hatta, çok sevdiği kızı Avrupa modeli bir terlik almak için çok ısrar ettiği halde, " evine Türk ürünlerinden başka bir şey giremez" diyerek bu arzusuna engel oldu. Ahmet Vefik Paşa'nın başka bir orijinalitesi de, Moliere'in komedilerini Türk geleneklerine adapte etmesi ve şahısların adlarını ve kimliklerini Türkleştirerek Türkçe'ye aktarması ve milli bir sahneden oynatması idi." (sf. 4)

  • "Avrupa tarihlerindeki Hunlar'ın. Çin tarihindeki Hiyong-nu'lar olduğunu ve bunların Türklerin ilk dedeleri bulunduğunu ve Oğuz Han'ın Hiyong-nu devletinin kurucusu Mete olması gerektiğini bize ilk kez öğreten Süleyman Paşa'dır. Süleyman Paşa, bundan başka, Cevdet Paşa gibi, dilimizin grameriyle ilgili bir kitap da yazdı. Fakat bu kitaba Cevdet Paşa gibi, Kavaid-i Osmaniye (Osmanlıca kuralları) adını vermedi." (sf. 5)

  • "Süleyman Paşa, askeri okulların ilk kısmında okunmak üzere, Esma-yı Türkiye (Türk isimleri) adlı kitabı da Osmanlıcanın etkisi altında Türkçe kelimelerin unutulmaması amacı ile yazmıştı. Görülüyor ki, Türkçülüğün ilk babaları Ahmet Vefik Paşa ile Süleyman Paşa'dır." (sf. 6)

  • "Türkiye'de Abdülhamid bu kutsal akımı durdurmağa çalışırken, Rusya'da iki büyük Türkçü yetişiyordu. Bunlardan birincisi Mirza Fethali Ahundzade'dir ki, Azeri Türkçesi'nde yazdığı orijinal komediler bütün Avrupa dillerine çevrilmiştir. ikincisi, Kırım'da Tercüman gazetesini çıkaran Gaspıralı İsmail'dir ki, Türkçülükteki ilkesi dilde, fikirde ve işte birlik idi." (sf. 6)

  • "Bununla beraber, Türkçülüğe ait bütün bu hareketler verimsiz kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük ideali çevresinde birleştirerek büyük bir yok oluş tehlikesinden kurtarmayı başaran büyük bir dahi ortaya çıkmasaydı Bu büyük dahinin adını söylemeğe gerek yok. Bütün dünya, bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa adını kutlu bir kelime sayarak, her an saygıyla anmaktadır." (sf. 7)

  • "Eskiden Türkiye'de. Türk milleti hiç bir önemli yere sahip değildi. Bugün, her hak Türk'ündü. Bu topraktaki egemenlik Türk egemenliğidir. Politikada kültürde, ekonomide hep Türk halkı egemendir. Bu kadar esin ve büyük inkılabı yapan kişi Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü, düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat, yapmak ve özellikle başarı ile sonuçlandırmak çok güçtür." (sf. 11)

  • "Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir." (sf. 11)

  • "O halde, millet nedir? Irka, kavme, coğrafyaya politikaya ve iradeye ait güçlere üstün gelecek ve onları egemenliğine alabilecek başa ne gibi bir bağımız var? Sosyoloji ispat ediyor ki, bu bağ terbiyede, kültürde, yani duygularda ortaklıktır. İnsan en samimi, en içten duygularını ilk terbiye zamanlarında alır. Ta beşikte iken, işittiği ninnilerle ana, dilinin etkisi altında kalır. Bundan dolayıdır ki, en çok sevdiğimiz dil, ana dilimizdir. Ruhumuzu oluşturan bütün din, ahlak ve güzellik duygularımızı bu dil aracılığıyla almışız. Zaten ruhumuzun sosyal duyguları, bu din, ahlak ve güzellik duygularından ibaret değil midir? Bunları çocukluğumuzda hangi toplumdan almışsak sürekli o içinde daha büyük bir imkanla yaşamamız mümkün iken, toplumumuz içindeki fakirliği ona tercih ederiz. Çünkü dostlar içindeki bu fakirlik, yabancılar arasıdaki o zenginlikten daha fazla bizi mutlu eder. Zevkimiz, vicdanımız, özleyişlerimiz, hep içinde yaşadığımız, terbiyesini aldığımız toplumdur. Bunların yankısını ancak o toplum içinde işitebiliriz. Bu açıklamalardan anlaşıldı ki, millet, ne ırkın, ne kavmin, ne coğrafyanın, ne politikanın ne de iradenin belirlediği bir topluluk değildir. Millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan, bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder." (sf. 15)

  • "İnsan için, manevi varlık, maddi varlıktan önce gelir. Bu bakımdan, milliyette soy kütüğü aranmaz. Yalnız, terbiyenin ve idealin milli olması aranır. Normal bir insan, hangi milletin terbiyesini almışsa, ancak onun idealine çalışabilir. Çünkü ideal bir heyecan kaynağı olduğu içindir ki aranır. halbuki, terbiyesiyle büyümüş bulunmadığımız bir toplumun ideali ruhumuza asla heyecan veremez." (sf. 16)

  • "Gerçi atlarda soy aramak gerekir. Çünkü, bütün üstünlükleri içgüdüye dayandığı ve bunlar kalıtım yoluşla geldiği için, hayvanlarda ırkın büyük bir önemi vardır. İnsanlarda ise, ırkın sosyal niteliklere hiç bir etkisi olmadığı için, soy aramak doğru değildir." (sf. 17)

  • "Türk, bir milletin adıdır. Millet, kendisine özel bir kültüre sahip olan topluluk demektir. O halde, Türk'ün yalnız bir dili, bir tek kültürü olabilir." (sf. 17)

  • "Turan, Türklerin geçmişte ve belki de gelecekte bir gerçek olan büyük vatanıdır." (sf. 21)

  • "Mili kültür ile medeniyet arasındaki birleşme noktası, ikisininde bütün toplumsal hayatları içine almasıdır. Toplumsal hayatlar şunlardır; Din, ahlak, hukuk, akıl, estetik, ekonomi, dil ve fen ile ilgili hayatlar. Bu sekiz türlü hayatın bütününe milli kültür adı verildiği gibi medeniyet de denilir." (sf. 22)

  •  "Osmanlı tipine bakarsak, eski şairlerinde kendine övgü dizmelerin yeni edebiyatçılarında ise böbürlenme ve övünmenin hakim olduğunu görürüz. Servet-i fünun okulu Osmanlı edebiyatının en parlak devridir. Bu okulun takipçisi olan şairlerin çoğu şüpheci, kötümser ümitsiz, hasta ruhlar biçiminde görünmüşlerdir. Hakiki Türk ise, inançlı, iyimser ümitli ve sağlamdır." (sf. 26)

  • "...niçin Türk tipinin her şeyi güzel, Osmanlı tipinin her şeyi çirkindir? Çünkü Osmanlı tipi Türk kültürüne ve hayatına zararlı olan emperyalizm alanına atıldı. Kozmopolit oldu. Sınıf çıkarını imparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milleti egemenliği altına aldıkça, yönetenlerle yönetilenler ayrı iki sınıf haline giriyorlardı. Yöneten bütün kozmopolitler Osmanlı Sınıfı'nı, yönetilen Türkler de Türk Sınıfı'nı oluşturuyorlardı. Bu iki sınıf, birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı, kendini hakim millet biçiminde görür, yönettiği Türklere mahkum millet gözüyle bakardı. Osmanlı, sürekli Türk'e (eşek Türk) derdi. Türk köylerine resmi bir kişi geldiği zaman, Osmanlı geliyor diye herkes kaçardı. Türkler arasında Kızılbaşlığın meydana çıkışı bile, bu ayrılıkla açıklanabilir." (sf. 28)

  • "Milli kültür ile medeniyetin sonuncu bir ilişkisi de şudur: milli kültürü kuvvetli, fakat medeniyeti zayıf bir milletle, milli kültürü bozulmuş, fakat medeniyeti yüksek olan başka bir millet politik mücadeleye girince, milli kültürü kuvvetli olan millet her zaman galip gelmiştir." (sf. 32)

  • "Mesela, eski Mısırlılar, medeniyette yükselince milli kültürleri bozulmaya başladı. O zaman yeni doğan Fars devleti ise, medeniyette henüz gri olmakla beraber, kuvvetli bir milli kültüre sahipti. Bu nedenle İran'da da medeniyet yükseldi. Buna karşılık milli kültür zayıflamağa başladı. Bu kere de, önce milli kültürleri henüz bozulmamış olan Yunanlılara yenildiler. Bir süre sonra Yunan kültürü de bozulmağa başladığından, gerek Yunanlılar, gerek İranlılar, kuvvetli bir milli kültürle meydana çıkan medeniyetsiz Makedonyalılara yenildiler. Doğuda Eşkani ve Sasani ailelerinin batıda Romalıların, milli kültürü bozulmağa başlayan Makedonyalılara üstün gelmiş de aynı şekilde açıklanabilir." (sf. 32)

  • "Nihayet medeniyetten hiçbir nasibi olmayan, fakat milli kültürde son derece güçlü olan Araplar ortaya çıkarak hem Sasanileri, hem de Romalıları yendiler. Fakat. Çok zaman geçmeden Arap milleti de medenileşmeğe başladığından milli kültürünü kaybederek politik egemenliği Türkistan'dan yeni gelmiş olan töreli Selçuk Türklerine teslim ettiler. Töre Türklerin milli kültüründen başak bir şey değildir. Türklerin şimdiye kadar bağımsız kalması, Çanakkale'den İngilizlerle Fransızları kovması ve Mütarekeden sonra, İngiliz silahlarıyla ve parasıyla donanmış bulunan yunanlılarla Ermenileri yenerek manen İngilizleri yenmesi, hep bu milli kültürün gücü sayesindedir." (sf. 32)

  • "Tanzimatçılar ona: "Sen, yalnız Osmanlısın. Sakın, başak milletlere bakarak, sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin anda, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasına neden olursun! demişlerdi. Zavallı Türk, "vatanımı kaybederim" korkusuyla "Vallahi Türk değilim, Osmanlılıktan başka hiçbir topluluğa ait değilim" demek zorunda kalmıştı. Boşo'ya 1 karşı bu sözü her gün söyleyen milletvekillerimiz bile vardı." (sf. 37)

  • "Türkçüler, seçkinlere yalnız milletlerinin adını öğretmekte kalmadılar; onlara, milletin güzel, dilini de öğrettiler. Fakat, verdikleri ad gibi, bu öğrettikleri güzel dil de halktan alınmıştı. Çünkü, bunlar yalnız halkta kalmıştı. Seçkinler sınıfı ise, şimdiye kadar, bir uyurgezer hayatı yaşıyordu." (sf. 38)

  • "Mesela, Meşrutiyetten önce de, memleketimiz de işçiler vardı. Fakat, bu işçilerin ortak bilincinde "Biz, işçi sınıfını oluşturuyoruz düşüncesi yoktu. Bu düşünce bulunmadığı için, o zaman ülkemizde işçi sınıfı yoktu. Yine Meşrutiyetten önce, memleketimizde birçok Türkler vardı. Fakat, bunların kollektif bilincinde " Biz, Türk milletiyiz" kavramı bulunmadığı için, o zaman Türk Milleti de yoktu. Çünkü bir topluluk, onu oluşturan fertlerin ortak vicdanında bilinçli bir biçimde algılanmadıkça, sosyal bir sınıf özelliği kazanamaz." (sf. 58)

  • "Kollektif tasavvurlar, Marx'ın zannettiği gibi, sosyal hayatta etkisi olmayan, gölge olaylardan ibaret değildir. Aksine bütün sosyal yaşantımız bu tasavvurların etkilerine göre biçimlerini alır. Mesela, biz Türkiyelilerin kollektif vicdanımızda " Türk milletindeniz" tasavvurları açık ve seçik görünüşler halinde belirmeğe başlayınca, bütün sosyal hayatlarımız değişmeye başlayacaktır. "Türk milletindeniz" dediğimiz için, dilde, estetikte, ahlakta, hukukta, hatta din hayatında ve felsefede Türk kültürüne Türk zevkine, Türk vicdanına göre bir orijinallik, bir özgünlük göstermeğe çalışacağız. Kollektif tasavvurlar, coşkun krizler sırasında çok şiddetli heyecanlarla çerçevelenerek son derece büyük bir kudret ve güç kazanırlar. Kollektif tasavvurların bu biçimine ülkü adı verilir. Kollektif tasavvurlar asıl ülkü biçimini aldıktan sora dır ki, gerçek ülkücülerin etkeni olurlar. Mesela Türkçülerin ortaya attıkları Türkçülük düşüncesi genç bir topluluğun kafasındaki tasavvuru Tür milletine yayarak onu bir ülkü biçimine dönüştüren Trablusgarp, Balkan Savaşlarıyla I. Dünya Savaşındaki yıkımlar olmakla beraber, bu ülküye resmilik veren ve onu uygulayan da ancak Mustafa Kemal oldu." (sf. 59-60)

  • "Türkler, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu iken, bu topluluğun oluşturduğu feodalizm içinde kul durumuna düştüler. Aynı zamanda, hayatlarını bu topluluğa asker ve jandarma görevlerini yerine getirmekle geçirdiklerinden, kültür ve ekonomi bakımından yükselmeğe zaman bulamadılar. Diğer kavimler, Osmanlı topluluğundan kültürlü, medeni ve zengin bir halde ayrılırken; zavallılık Türkler, ellerindeki kırık bir kılıçla eski bir sapandan başak bir mirasa sahip olamadılar. Yüzyıllarca İngiliz parlamentosu, sadece Anglo-Saksonlardan oluşmak şartıyla görüşmeler yaptı. İçlerinde milli politikaya engel olacak hiçbir yabancı eleman milli olmayan akımlar sürükleyecek hiçbir yabancı fert yoktu. Kendi benliğini bir an için olsun hiç unutmadı. İşte, ingiliz milletinin, yüzyılllardan beri, dünya politikasında egemenliğini elinde bulundurmasının nedeni budur." (sf. 66)

  • "Görülüyor ki, bir kavim, ancak kendi kendini milli bir parlamento ile yöneten gerçek bir millet haline geldikten sonra, yüksek ve içten bir toplum hayatı yaşayabilir." (sf. 67)

  • "Amerika'nın ne Ermenistan'da, ne Türkiye'de manda kabulüne yanaşmaması da buralardaki milli vicdanın şiddetini görmesinden dolayıdır. Suriye, Irak, Filistin, Hicaz ülkeleri Türkiye topluluğundan ayrılmakla beraber, bağımsızlığa kavuşamadılar. Çünkü, buralarda oturan insanların milli vicdanı tamamen uyanmamıştı. Şüphesiz, buralarda da milli vicdan uyandığı gün, artık Fransız ve İngiliz mandaları bir saniye bile duramayacaklardır." (sf. 68-69)

  • "Türkler kavimi devlet hayatı yaşarken, Uzak Doğu medeniyeti içindeydiler. Sultani devlet devrine geçince, Doğu medeniyetine girmek zorunda kaldılar. Bugün milli devlet dönemine geçtikleri sırada da, içlerinde Batı medeniyetine girmek için kuvvetli bir akımın belirdiğini görüyoruz." (sf. 71)

  • "Mütareke'den sonra, İngilizleri, fransızları yakından görmeğe, tanımağa başladık. Bunlarda ilk gözümüze çarpan yön medeni ahlakın bozukluğudur. Özellikle yurdumuza gelen veya Malta'da egemen olan İngilizlerin medeni ahlakının çok düşük bulduk. Sömürge halkının soyma, yenilmişlere kul, köle gibi davranmak savaş esirlerinin ve hatta barış esirlerinin parasını, eşyasını çalmak onlarca tamamen helaldir. İngiliz milletinin medeni ahlakında gördüğümüz bu düşüklüğe rağmen, itiraf edelim ki, vatani ahlakını pek yüksek bulduk. Türkiye'de yüzlerce, hatta binlerce vatan haininin ortaya çıkmasına karşılık, bütün İngiltere'de tek bir vatan haini ortaya çıkmadı. O halde, bizde medeni ahlakın daha yüksek olması neye yaradı? Keşke bizde de, bunların yerine, yalnız vatani ahlak yüksel olsaydı! Vatani ahlakın yüksel olması, milli dayanışmanın temelidir. Çünkü vatan, üstünde oturduğumuz toprak demek değildir. Vatan, milli kültür dediğimiz şeydir ki üstünde oturduğumuz toprak onun ancak dış görünüşünden ibarettir. Ve onun dış görünüşü olduğu içindir ki kutsaldır. O halde, vatani ahlak, milli ideallerden milli görevlerden oluşmuş bir ahlak demektir. O halde, milli dayanışmayı kuvvetlendirmek için, her şeyden önce; vatani ahlakı yükseltmek için ne yapmalıyız? "Vatan, milli kültürdür" demiştik. Demek ki vatan; din, ahlak ve estetik güzelliklerin bir müzesidir, bir sergisidir. Vatanımızı içten gelen bir aşkla sevmemiz, bu içten güzelliklerin ütünü olduğu içindir. O halde, milli kültürümüzü bütün güzellikleriyle ne zaman meydana çıkarırsak, vatanımızı en çok o zaman seveceğiz ve bu kadar şiddetle seveceğimiz o sevimli vatan uğruna, şimdiye kadar yaptığımız gibi, yalnız tehlike zamanlarında hayatımızı değil, barış zamanlarında da bütün şahsi ve toplum tutkularımızı feda edebileceğiz." (sf. 80-81)

  • "Meslek ahlakı, başka meslek guruplarının yapmasında sakınca olmadığı halde yalnız bir meslek üyelerine meslek gereği olarak yasak olan eylemleri gösterir. Mesela, bir bölgeye kolera girdiği zaman, oradan herkes kaçabilir, yalnız doktorlarla papazlar kaçamaz. Bunun gibi, herkes ticaret yapabilir. Resmi nüfusa sahip olan devlet memurları yapamaz. Asker sınıfından olanlarının korkak, polislerin düşkün hakimlerin tarafçı, öğretmenlerle yazarların cahil ve idealsiz olmaları meslek ahlakına aykırıdır. Katiplerin ağzı sıkı, avukatlarla doktorların kişilerini sırlarına saygı göstermeleri de meslek ahlakı gereklerindendir." (sf. 85)

  • "Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçe'dir, hak için sevimli olan ve yapay olmayan her kelime millidir. Bir milletin dili, kendisini cansız köklerinden değil, canlı kullanımlarından kurulan, canlı bir organizmadır." (sf. 153)

  • "Eski Türklerde, estetik zevk çok yüksekti. Turfan'da bulunan mermer heykeller, hiç de yunan heykellerinden aşağı değildir. olunlular ile Ahşidlerin, Selçuk terklerinin, Harezm Türklerinin, Timurluların, Osmanlıların, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerinin Mısır'da, Irak'ta, Suriye'de, Anadolu'da, İran'da, Türkistan'da, Hint'te, Afganistan'da yaptırdıkları camiler, saraylar, türbeler, köprüler, çeşmeler dünyanın en güzel eserlerindendir." (sf. 154)

  • "Türkçülere göre, edebiyatımız yükselebilmek için, iki sanat müzesinde eğitim görmek zorundadır. Bu müzelerden birincisi Halk Edebiyatı, ikincisi Batı Edebiyatı'dır." (sf. 156)

  • "Eğer, bir millet milli zevkinden uzak düşmüşse sanat alanında yaptığı şeyler hep basit taklitlerden ibaret olur. Osmanlı şairleriyle, yazarları buna örnektir. Çünkü onlar milli zevki tümüyle kaybetmişlerdir." (sf. 160)

  • "Türk tarihi, baştan başa, ahlaki erdemlerin sergisidir. Türklerin yenilmiş milletlere ve onların milli ve dini varlıklarına dini ve sosyal özerkliklere vermesi, her türlü takdirin üstündedir. Fakat, bu iyiliğe karşı, yenilmiş milletler cömert Türklerden almış oldukları bu izinleri Türklerin aleyhine çevirerek, kapitülasyon adı verilen zincirlerle Türkleri bağlamağa ve boğmağa çalıştılar." (sf. 161)
  • "Eski Türklerde, vatani ahlak çok kuvvetliydi. Hiçbir Türk, kendi il'i yani milleti için, hayatını ve en sevgili şeylerini feda etmekten çekinmezdi. Çünkü il, Gök Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesiydi." (sf. 162)

  • "...vatan, bizim mülkümüz değildir. Mezarda yatan atalarımızın ve kıyamete kadar doğacak torunlarımız bu kutsal toprak üzerinde hakları vardır. Vatandan isterse bir karış kadar olsun - yer vermeğe hiç kimsenin yetkisi yoktur. Bundan dolayı, savaşacağız. İşte, ben atımı düşmana doğru sürüyorum. Arkamdan gelmeyen idam olunacaktır." (sf. 162)

  • "Orhon Kitabesi'nde, Türk Hakanı şöyle diyor : "Türk Tanrısı, Türk milleti yok olmasın diye, atalarımı gönderdi ve beni gönderdi. Ben hakan olunca, gündüz oturmadım, gece uyumadım. Türk milleti açtı, doyurdum; çıplaktı , giydirdim; fakirdi, zengin ettim."" (sf. 164)

  • "O halde millet ideali diğer topluluklara ait ideallerden mesela aile idealinden meslek idealinden ümmet idealinden medeniyet ve milletlerarası birlik idealinden daha yüksektir. Bundan dolayı, vatani ahlakın da diğer ahlaklara üstün olması gerekir." (sf. 165)

  • "Vatani ahlakımız kuvvetli bulunmazsa ve bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü ne de vatanımızın bütünlüğünü koruyabiliriz. O halde Türkçülük, her şeyden, çok, millet ve vatan ideallerine değer vermelidir." (sf. 165)

  • "Eski Türklerde, soyluluk yalnız baba yönünden gelmezdi. Ana yönünden de gelirdi. Bir adamın tam soylu olması için, hem baba yönünden hem de ana yönünden soylu olması gerekti. Bugün bile Harzem'deki Türkmenlerde bir kız, hem babası, hem de anası Türkmen olmayan bir erkeğe varmaz." (sf. 169)

  • "Sülalelerin oluşmasından sonra da, bu iki türlü soyluluk devam etti. Bu devirde, baba tarafından prens olanlara Tekin, ana tarafından prens olanlara İnal unvanları verilirdi. Bir şehzadenin hakan olabilmesi için, onun hem Tekin, hem İnal olması: yani hem baba, hem de ana tarafından sülaleye üye olması gerekirdi." (sf. 169)

  • "Eski Türklerde, ev, araplarda olduğu gibi, yalnız kocaya ait değildi. Karıyla kocanın ortak malıydı. Bu sebeple evin erkeğine ev ağası denildiği gibi, evin hanımına da ev kadını unvanı verilirdi." (sf. 171)

  • "Törkünün perisi ocakta barındığı gibi, ak evin perisi de barkta yaşardı. Evin perileri, biri, kocaya, ötekisi karısına ait olarak üzere, iki tane idi. Birinciye öd ata, ikinciye öd ana derlerdi. Gelin, her sabah, bir parça tereyağını ocağa atar, öd ata, öd an diye dua ederdi." (sf. 171)

  • "Türk feminizmi: Eski Türkler, hem demokrat, hem de feminist idiler. Zaten demokrat olan toplumlar genellikle feminist olurlar. Türklerin feminist olmasına başka bir neden de eski Türklerce şamanizmin kadındaki kutsal güce dayanmasıydı." (sf. 171)

  • "...bir talimat yazıldığı zaman, hakan emrediyor ki ibaresi ile başlarsa ona boyun eğilmezdi. Bir emrin kabul edilmesi için, mutlaka hakan ve hatun emrediyor ki sözü ile başlaması gerekti. Hakan, tek başına, bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler, ancak, sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkardı." (sf. 172)

  • "Kadınlar, örtünmeğe ait hiç bir şarta bağlı değillerdi. Hakanın hükümette ortağı olan hatuna Türkan unvanı verilirdi." (sf. 172)

  • "Eski Türklerde kadınlar, genellikle amazon idiler. Binicilik, Silahşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar, Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve elçi olabilirlerdi." (sf. 173)

  • "Sıradan ailelerde de ev, ortak olarak, karıyla kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velilik hakkı baba kadar, ana ya da aitti. Erkek her zaman karısına saygı gösterir; onu arabaya bindirerek, kendisi arabanın arkasından yürürdü." (sf. 173)

  • "Türklerin, gerek aile ahlakında ve gerek cinsel ahlakta ne kadar yüksek oluklarını yukarıdaki bölümlerde gördük. Bugün Türkler, tamamen bu eski ahlakı kaybetmişlerdir. İran ve yunan medeniyetlerinin etkisiyle kadınlar esarete düşmüşler, hukukça aşağı bir dereceye inmişlerdir." (sf. 175)

  • "Türklerde, milli kültür ideali doğunca, eski törelerin bu güzel kurallarını hatırlamak ve diriltmek gerekmez miydi? İşte bu nedenledir ki, memleketimizde Türkçülük akımı doğar doğmaz, feminizm ideali de beraber doğdu. Başka milletler, çağdaş medeniyete girmek için geçmişlerinden uzaklaşmak zorundadırlar. Oysa ki: Türklerin, modern medeniyete girmeleri için, yalnız eski geçmişlerine dönüp bakmaları yeter." (sf. 175)

  • "Gelecekte, tarafsız bir tarih, demokrasi ile feminizmin Türklerden doğduğunu itiraf etmek zorunda kalacaktır." (sf. 176)

  • "O halde, gelecekteki Türk ahlakının esasları da millet, vatan, meslek ve aile idealleri ile beraber demokrasi ve feminizm olmalıdır." (sf. 176)

  • "Hukukta Türkçülüğün üçüncü amacı da, bir çağdaş aile oluşturmaktır. Çağdaş devletteki eşitlik ilkesi erkekle kadının evlenmede boşanmada mirasta mesleki ve politik haklarda eşit olmasını gerektirir." (sf. 179)

  • "Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması demektir. Bir millet, din kitaplarını okuyup anlayamazsa, doğaldır ki, dinin gerçek niteliğini öğrenemez. Hatiplerin vaizlerin ne söylediklerini anlamadığından ibadetlerden de hiç bir zevk alamaz. İmam-ı Azam hazretleri, hatta, namazdaki surelerin bile milli dilde okunmasının dince sakıncalı olmadığını söylemişlerdir." (sf. 180)

  • "Türk kültürüne en uygun olan sistem solidarizm yani dayanışmacılıktır. Kişisel mülkiyeti kaldırmaya girişmeleri doğru değildir. Yalnız sosyal dayanışmaya yarayan şahsi mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, sadece şahsi mülkiyet olması gerekmez. Kişisel mülkiyet gibi, toplumsal mülkiyet de olmalıdır. Toplumun bir fedakarlığı veya zahmeti sonucundan meydana gelen ve kişilerin hiçbir emeğinden doğmayan fazla karlar topluma aittir." (sf. 183)

  • "Demek ki Türklerin toplumsal ideali şahsi mülkiyeti kaldırmaksızın toplumsal servetleri fertlere kaptırmamak genelin çıkarına harcamak üzere korunmasına ve üretilmesine çalışmaktır." (sf. 183)

  • "Türkçülük, politik bir parti değildir; bilimsel felsefi, estetik bir ekoldür. Başka bir deyimle, kültürel bir çalışma ve yenileşme yoludur. Bu nedenledir ki Türkçülük, şimdiye kadar, bir parti şeklinde politik mücadele hayatına atılmadı. Bundan sonra da, şüphesiz atılmayacaktır." (sf. 185)

  • "Halk Partisi egemenliği millete yani Türk halkına verdi. Devletimize Türkiye ve halkımıza Türk milleti adlarını bağışladı. Halbuki Anadolu inkılabına kadar devletimizin, milletimizin, hatta dilimizin adları Osmanlı kelimesi idi. Türk kelimesi ağzına alınamazdı. Hiç kimse, "Ben Türküm" demeğe cesaret edemezdi. Türkçüler böyle bir iddiaya kalkıştıkları için, sarayın ve eski kafalıların nefretini üzerlerine çektiler. büyük kurtarıcımız olan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin doğru yolu göstermesi ve öncü olmasıyla bir yandan Türkiye'yi düşman saldırılarından kurtarırken, öte yandan da devletimize, milletimize, dilimize gerçek adlarını verdi ve politikamızı baskıcı rejimlerin ve yabancı unsurlar politikasının son izlerinden bile kurtardı." (sf. 185)

  • "Görülüyor ki, Türklerde, yüksek felsefe ileri gitmiş olmamakla beraber, halk felsefesi oldukça yüksektir. İşte felsefede Türkçülük, Türk halkındaki bu milli felsefeyi arayıp meydana çıkarmaktır." (sf. 188)

  • "Ey, bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması, yüzyıllardan beri seni bekliyor." (sf. 188)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk

NUTUK Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, milli mücadele yıllarını belgelerle anlattığı Nutuk her Türk vatandaşının okuması gereken bir eserdir. Dönemin karanlık günlerini aydınlatan Nutuk, birçok merak konusu olan olayı da neden sonuç ilişkisi içerisinde anlatıyor. Nutuk; milli mücadele öncesi dönem, milli mücadele dönemi ve milli mücadele sonrası dönem olarak üç ana başlıkta incelenebilir. Öncelikle, milli mücadele öncesi dönemde Osmanlı Devleti’nin ve dünyanın nasıl bir durumda olduğuna bakmak gerekir.  “ Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekip, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, ağır şartları olan bir antlaşma imzalanmış. Dünya Savaşı’nın uzun yılları boyunca ulus yorgun ve fakir durumda. Ulusu ve ülkeyi Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi hayatlarının derdine düşerek, ülkeden kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında bulunan Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnızca tahtını güvenceye alabileceği alçakça ön

Beyaz "Laleler" Ülkesinde - Türkiye

Grigoriy Petrov'un kayıp eseri olan Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabı tesadüf eseri bulundu. Yayınlanması için büyük uğraş verildi ve 1923 yılında kitap basıldı. Kısa süre içinde bir çok ülkede ilgiyle karşılanan bu kitap Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de dikkatini çekti. Bu kitabı askeri ve normal okulların müfredatına koyulması talimatını verdi. Kitap, Suomi'nin nasıl yükselen bir medeniyet haline geldiğini anlatıyor. Suomi kelimesi  bataklıklar ülkesi manasında kullanılıyor o dönemde. Bugün biz Suomi'yi Finlandiya olarak tanıyoruz. Ulu Önder'in o dönemlerden bu kitabı okul müfredatlarına konulmasını istemesinin bir anlamı vardı elbette. Bu kitap Türkiye'nin yaşadığı ve gelecekte yaşayacağı sorunları bir bir ele alıyor ve çözüm yolları için bizlere ışık tutuyor. Böylelikle ileri görüşlü olan Gazi Paşa biz Türk gençliğine yol gösterecek bir başka rehber daha sunuyor. Bu yazı ile Beyaz Zambaklar Ülkesi'nin bize ne kadar benzediğini anlatmayı

Tutunamayanlar - Oğuz Atay

  Tutunamayanlar Hakkında Selim Işık'ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim'in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır. Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim'in görüntüsü, Turgut'un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut'un gözünde netlik kazanacaktır. Romanda birçok kişi vardır ama her biri aslında Selim'in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar Selim Işık'ı aydınlatır. Selim Işık, düşünen ve sorgulayan insanın simgesidir ve bu yüzden hayata tutunamamış ve bir tutunamayan olmuştur. "Hayatım, ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu." (sf. 22) "Ölmek bile, kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir." (sf. 22) "Bütün gece uğraşmış olduğu bir konunun rüyasına girmemesi garip geldi ona." (sf. 23) " Hayat, düşünceleri tutan bir hapishanedir. " (sf. 23) " Biraz olsun dinlenseydin arada. Durmak bilmeyen kafan